28 Kasım 2008 Cuma

Bırak SEVGİ seni bulsun..



Bırak SEVGİ seni bulsun..
Iyi kalpli, yalniz bir adam, bir gün bir koza bulur.Kozanin icinde küçük bir
bir Tırtıl vardır.Adam cok sever bu tırtılı, onunla tüm yalnızlıgını tüm sevgisini paylasır.
Gel zaman git zaman tırtıl büyür, güzel bir kelebek olur.
Adam kelebeğine hayran.... bırakamaz bir türlü ...
Aslın da kelebegin aklına dağlar, kırlar,çicekler vardır da; kıyamaz bir türlü adama ve sevgisine, yalnız bırakamaz onu... Üç günlük ömrünü sevildiği ve sevdiği yerde geçirmeye hazırdır...
Ama adam bilirki; "Sevmek bazen vazgeçmeyi de bilmektir" .....
Kelebeğine son kez bakar ve onu salı verir özgürlügüne, kırlarina,ciceklerine doğru...
Kelebek mutlu olmasina mutlu olur ama hiç bir meltem, hiç bir çiçek yapraği adamın avucunun sıcaklıgını andırmaz ....Aklında adam, o çiçek senin bu çiçek benim dolaşır saatlerce....
Adam bir kelebeğe sevdalı, bakıp durur boşluğuna .
Kelebekse hala konacak sıcak bir avuç aramakta..

Böylece Kelebek şunu anlar:
BAZEN AIT OLDUGUMUZ YER ORASIDIR; SICAK BIR AVUCTUR BİLİRİZ AMA O YERİN BİZE AiT OLMA İHTİMALİ BİR HİCTİR.....
Böylece adam şunu anlar:
HİÇ BİR SEVDAYI YALNIZCA BİR SEVGİYLE YAŞATAMAZSINIZ

O günden sonra kelebek, adama duyduğu özlemi gömecek bir dağ aramaya başlar, ama gücü tükenene dek arayıp da bulamayınca anlar ki;
HİÇ BİR DAĞ BİR ÖZLEMİ GÖMEBİLECEĞİNİZ KADAR BÜYÜK DEGİLDİR....

Adamsa sevdasını koyar sımsıcak avuçlarına, kelebeğin yerine...
Sevgili dostum ; Herkes bir şeyler yaşar ; iyi ya da kötü , doğru ya da yanlış ....
Yaşadıklarından bir çıkarım yaparak hayatına bir yol verir , aynı zamanda düşüncelerine de..
Bırak SEVGİ seni bulsun...

Sen varsan Yâr..




Aradığım sendin güle dönerken şafaklar, küllenirken akşamlar…
Gül kızıllığında müjdeler aradım ebrulî bulutlardan hüzme hüzme süzülürken ışıklar.

Çöl benim içimde, acı benim içimde. Mecnun’un, geceler ve gündüzler boyu Leylî iniltilerini bir ney gibi dinleyen kum taneleri ayaklarımın altında ateş ateş çoğalırken, geceyi özlüyorum.
Gecelerde dolunaylar gibi doğasın diye ufkumda yâr!

Çölün sessizliğine düşerken yıldızlar, yüreğimin kuytularına serinlikler insin cennet cennet ne olur!
Bir aslan avcısının çölün hür ufuklarında geceyi yorumlayıp da,
“Ebedi ve ezeli Sevgilinin dört duvar arasına sıkıştırılamayacağını anladım.” deyişi gibi ben de gönül semalarımda yıldız yıldız beliren mühürlerine bakıp seni yaşamak istiyorum içimde ey sevgili!

Benim için her gül yaprağında sen, her yağmurda sen, her rüzgârda sen…

Varlığım seninle…
Zamana senin adınla mühür vuruyorum.
O mühürler ki, zamanın sonsuza uzandığı yerde ancak yine senin adınla açılır,
yine senin adınla okunur.
Gönlümün gaflet çölünde perişan düştüğü demlerde hasretimi affıma ferman say da ne olur ötelerin tütsüsüyle yeni mühürler vur yüreğime.
Zaman ırmağının donduğu ötelerde de açılacak sonsuza uzanan yeni mühürler.
Yüreğim seninle mühürlensin.

Adım, adınla bilinsin yâr!
Adımlarım ne yana dönse sana olsun.
Ki, sen her yanımdasın.
Biliyorum şah damarımda akan kan, daha yakın değil bana senden.

Yakınlığın gül tadında yanmaksa eğer uğruna,
ne olur beni de yak yaprak yaprak aşkınla.
Bin kerre bozduğum tövbelerden sonra yeni baştan yazılsın gecenin en mahrem saatlerinde aşk kitabım.

Kitaplar kitabından nasibime ilkin nasıl adın düşmüşse, yine öyle adınla başlasın satırlar.
Nice gönlü bin parçaya bölen Züleyha bakışlı güzellerin aşk sayfaları rafa kaldırılsın Yusuf kanatlarıyla.
Titreyen dudaklarımdaki son mühür, son isim, son çağrı son tat adın olsun…

Bunu affıma ferman bilirim.
Sen varsan yâr, her şey bana yâr!

Vücut zindanında sana müştak gönlüm nice baharlar yaşar adınla
yağmur yağmur, demet demet.

Mısır’a sultan olmak değil mi ki ışığa hasret köhne zindanlardan geçiyor,
beni de nefsin zindanında esarete mahkûm bir Yusuf say da,
arındır ve sonra da kavuştur özgürlüğüme yâr!

Bilirsin, özgürlüğüm, sana tutsaklığımdır.

Arzuların kör kuyusuna benim de atılmışlığım vardır.
Ne olur beni de Yusuf’lardan say, yolla ümit kervanlarını, sal rahmet kovanı.
Ufkum senin rahmetinle şenlensin. Göz sahillerimde dalgalar senin adınla coşsun.

Tesellim; hasretimdir, gözyaşımdır, umudumdur…

Bulut bulut dolan yüreğimden sana akıtıyorum gözyaşlarımı yâr!
Önce adın, sonra adımlarım…
Ben bir gelirken sen iki gelensin.
Benim için bana benden daha çok yönelensin.
Çağları aşan çağrılarınla günü beş parçaya bölerken,
Ne olur her parça benim için bir altın dilim olsun secde secde sana yönelişlerimle..

Elif, Be, Te, Se, …




Elif gibi dosdoğru olunmalı hayatta…
Be gibi tek nokta üzerinde durabilecek kadar dengeli olunmalı…
Te gibi olmalı, veda hutbesinde emanet bırakılan iki şeyi (kuran ve sünnet) sürekli başının üzerinde taşımalı insan…
Se gibi az konuşup 3 dinlemeli toplumda…
Cim gibi çocukça bakmalı hayata, ama cim kadarda çok iş yapmalı…
Ha gibi gönlü geniş dostlar edinmeli insan,
Hı kadar ağlamaklı olduğunda yardımcı olabilecek…
Dal gibi boynunu bükse de hayat,
Zel gibi şapkasını takmayı bilmeli zorluklara karşı…
Rı kadar rahat olsa da insan bu dünyada,
Ze’nin noktası gibi başında dolanan bir sineğin olduğunu mutlaka bilmeli…
Sin midir sanki bu dünyada noktasız pulsuz tek garip…
Şın gibi pulları vermeli getirip…
Sad kadar şişse de karnın,
Dat gibi hayata bir göz kırp…
Tı gibi bir yelkenlidir hayat,
Zı kadar yükü olan…
Ayn gibi göğe çevir yüzünü…
Ğayn’ın noktası kadar şüphe olmasın kalbinde…
Fe eyne tezhebuun… (kaçış nereye)
Gaf gibi iki gözünü aç…
Kef kadar karizmatik ol…
Lam gibi tutunacak bir dal ol gariplere…
Mim’lenmiş olsan da yılma yıkılma…
Nun kadar susukun…
Vav kadar edepli ol…
He gibi haykır içinden geçenleri…
Lamelif gibi ellerini O (c.c)’na aç…
Ya Rabbi rahmet ve mağfiret kapılarını bize aç…

Yüreğimin kapısını araladım usulca…




Yüreğimin kapısını araladım usulca..

Sensiz bir diyar..
Bir yanı gül bağına bakıyordu, bir yani uçsuz bucaksız kirlenmemiş semaya
ve bir yanı rüzgar uğultusunun duyulduğu bir vahada yürüyen kervana…

Gül bağına girdim usulca…

Güller yapraklarını açmış “Güllerin En Güzeli’nin” yüzüne sürgün bir zamanda…
Sırılsıklam bir hasrete bakıyordu güllerin bir yaprağı,bir yaprağı sensizliğin yorgunluğuna …
Bir yaprağı da dertli gönüllerin efkarla beklediği vuslata…

Yüzümü çevirdim semaya usulca…

Kokuna hasret bir yağmur damlası düştü, yağmurlarına aşina olduğum bu diyarda…
Seni yazdı düşen ilk yağmur damlası yüreğime…
Sensizliğin üşümüşlüğünde…
Ağladı sema sensizlikte… Üşümüşlüğümü anlatmaya yeter mi bilmem, ağladım işte sensizlikte..
Yağmur sana sevdalı, ben sana sevdalı…
Ağladık üşümüşlüğün titreten zemherisinde…

Yürüdüm vahaya usulca…

” Sen” varsın Ey Nebi burada… Bir senin adın var dillerde … Bir Sevdanın kor gibi düştüğü Sana sevdalı yürekler…
Ruhunu gözyaşının ardında bırakan bedeviler… Rüzgarın uğultusunda “Sen”,
bakışlarda “Sen”, cümlelerde “Sen”… Sen soruluyorsun toprağa,rüzgara… Üzgün bir sensizlikte…

” Sen”li dünyamızın, “Sen”li cümlelerimizin”, Sen”li sevdamızın sensizliğinde…
Güllerin adı “Sen”, Hasretin adı “Sen”, Vuslatın adı “Sen”

“Sen”li bir sensizlikte..
Sevdan “can”larında, “can”larını ellerine almış yürüyen bu kervanın
Adı “Sen”, sevdası “Sen”

Dili İncitme Gönül..



Çiçeklerle hoş geçin, balı incitme gönül..
Bir küçük meyve için, dalı incitme gönül..

Başın olsada yüksek, gözün enginde gerek,
Kibirle yürüyerek,yolu incitme gönül…

Mevla verince azma, geri alınca kızma,
Tüten ocağı bozma, külü incitme gönül..

Dokunur gayretine, karışma hikmetine
Sahibi hürmetine, kulu incitme gönül..

Sevmekten geri kalma, yapan ol,yıkan olma
Sevene diken olma, gülü incitme gönül..

Konuşmak bize mahsus,olsada bir güzel süs,
Ya hayır de, ya da sus, dili incitme gönül..

Keşke Her gün Cuma Olsa..




Gecenin sessizliğini bozan bir ses yükseliyor mahallenin bir ucundan.

‘Allahu Ekber, Allahu Ekber’ sesleri yankılanıyor tüm haşyetiyle uykuları bölerek.

Kimileri sitem etse de bu sese, ruhu okşanan mümin kalkıyor sıcacık yatağından. Davete icabet etmek gerekir diye düşünüp, hazırlığını yapıyor Rahman’ın (c.c) davetlisi.

İki rekat sünnet namazını kılıp çıkıyor evinden…

Yapılan bu davetten hoşnut olmuş olmalı ki, yürüyor ağır ağır kimsesizler sokağından erler meydanı olan camii avlusuna. Avluya girince hasbihal ediyor ahbaplarıyla.

Selam size, Selam size…

Müezzin efendi kamet getiriyor: namaz kılınıyor, tesbihat yapılıyor, Kur’an okunuyor ve erler meydanı yavaş yavaş terkediliyor. Bugün günlerden Cuma’dır. Daha yapılacak çok iş var.

Büyükleri ziyaret edip hayır dualarını alacak, kabirleri ve hastaları ziyaret edecek, yetimleri gözetip yaralarına merhem olacak ve daha birçok hayırlı iş yapacak Rahman’ın (c.c) misafiri…

Zahmetli bir iş belki bunlar ama Rahmet tecelli edecek ve tebessümle yapacak tüm bunları Rahman’ın (c.c) misafiri…

Ve Cuma namazı vakti geliyor. Hanımlar sohbet meclislerine, Beyler camiye…

Kimsesizler sokağına ne olmuş böyle!
Daha sabah namazında kimsecikler yokken şimdi iğne atsan yere düşmeyecek…

Cuma’nın bereketi olsa gerek; kıskandırıyor diğer günleri ve bağrına basıyor tüm mahallelileri.
Alıp götürüyor sonsuzluğa dertleri, kederleri…

Biraz sonra kapısı çalınacak Zeynep ninenin. Ayşeler, Fatmalar Cuma ziyaretine gelmişler garibin. Nasılda seviniyor mahallenin tombul ninesi. Gelinlik kızlar gibi heyecanlanıyor ve sarıp sarmalıyor gelenleri. Küçükte olsa hediyeleşmek iyidir diyor ve gelenlere veriyor ördüğü yün eldivenleri. Müsaade istiyor gençler, el öpüp ayrılıyorlar.

Zeynep nine, arkalarından dua ederde,

Gençlik yılları geçer, gözünden perde perde..

Kabristanlığı ziyarete gelenler var. Burası viran şehir. Gelip gidene hatırlatıyor geleceğini. Kimi ağıt yakıyor, kimi Kur’an okuyor, kimiyse mezar taşına nazar edip muhasebesini yapıyor. Kurtuluş çaresi arıyorlar bu şehirden.

Ama ne gelir elden varılacak şehir burası,

Garip ama gerçek! Hayatın entrikası…

Hasta ziyaretleri, vakit namazları, yeme, içme, eğlenme derken gün batmaya yüz tutuyor.

Çayı demledi evin annesi ve misafirler bekleniyor. Sobanın yanında uyuyan kedi Mısır tanelerinin patırtısına uyanıyor ürkekliğiyle.

Her gün Cuma olsun diyor evin küçük yavrusu, haksızda değil doğrusu..

Misafirler geliyor; çaylar içiliyor, sohbetler yapılıyor ve geçmiş günlerin anıları dilleniyor. Ve birazdan misafirlerde gidiyorlar..

Günün hüznü çöküyor ev sahibine ve diğer mahalle sakinlerine. Artık yatma vakti: Çünkü Cuma bitmiştir. Yarın yine sabah olacak ama kimsesizler sokağı yine sessiz kalacak..

Keşke Her gün Cuma Olsa…

27 Kasım 2008 Perşembe

Rumi Merhabası..



Merhaba..Blogumuzda Paylaşmayı esas alarak sizlere Muti ile güzel paylaşımlarımızı sunacağız..Neleri paylaşacağımız konusuna gelince Blogumuzun adı ve eşgali sanırım kısaca içeriğini özetlemekte :)..Hayata Dair Yaşama dair Gündeme dair ne varsa şu köşede bu köşede orta'daki şu blog güncesinde..tanıyanlar ve tanımayanlar Rumi İstanbul'dan Muti Fransa'dan ikiside ikizler burcu ikiside aynı yıl doğumlu, Zaman Mekan ve yılların ayıramadığı geçmişten geleceğe uzanan bu güzel dostluk kardeşliğini bir de blogta birleşerek çevremize hitap eder hale getirmek istedik..Uluslararası bir Platformdasınız..bol bol okuyun gari :p